Küçükken yapmaktan en zevk aldığım şey geceleri kapımızın önünde gezinip gizemli böğürtlen dalları arasında bir ışık aramaktı. Tabii çocuğuz ya o zaman kalbimizde hiç kuşku yok. Işığa da göreceğime de sonsuz bir güven var içimde. Derken bir bir yanmaya başlıyor bizim böğürtlen dalları. Heyecanla bak ateş bak ateş diyorum kendime, koşa koşa eve gidiyorum annemi çekiştirerek getiriyorum böğürtlen dallarının yanına. İşte o gün öğreniyorum adını; ateş böceği.

Bundan sonra yaz akşamlarımın en sevimli arkadaşlarıyla her gece sözleştiğimiz yere koşuyorum bizim gizemli, işte biliyorsunuz neresi olduğunu. Öyle büyüleniyorum ki, zamanın da gece saatlerin de dinlendiğine büsbütün inanıyorum. Güneş, her gün ateş böceklerinin nerede olduğunu düşünmeyeyim, avunayım diye doğuyor sanki. Avutuyor da çocuk kalbimi. Ama gün toparlanıp giderken hatırası bile kalbimi sarhoş eden bir heyecanla başlıyorum dostlarımı beklemeye. Kim bilir kaç yaz böyle gelip geçti. Bana sorarsanız hiç tükenmeyecek bir sevgiyle anı defterimin en güzel sayfasında koruyorum o yaz gecelerini. Sonra çarçabuk büyüdüm. Ateş böcekleri emekliye ayrıldı. Ama kalbimde mesaisi hala devam eden bir aydınlık bıraktılar bana. Ah sevgili ateş böceklerim size yıllar sonra ilk kez Ahmet Erhan’ın bir şiirinde rastlıyorum. Cebimde taşıdığım ateş böcekleri bir yolunu bulup kalbimi aydınlatmış olacak ki okuduğum her mısraya bir ateş düşüyor. Yanmadan ateşe nasıl dokunulur artık biliyorum.