Üzerimdeki pamuktan beyaz elbisenin etekleri yere kadardı. Neredeyse dizlerime kadar gelen otlara basarak ince ama upuzun ve muntazam ağaçların arasından yürüyordum. Hava ne sıcak ne soğuk tam kararında... Güneş iyice yatmış sağdan hüzmelenmiş ağaçları bir bir geçtikçe yüzüme saçlarıma kirpiklerime değiyordu. İleride taş bi yapı gördüm olduğum yerde durdum önce. Gördüğüm bi harabeydi. Hafiften ürpermiştim. Taş yapıya doğru yürüdüm ellerim eteklerimde.

Yüksek, uzun, dar, üstü kavisli pencereleri vardı, çerçevesiz. Yapının yanısıra ilerleyip girişi buldum, tabi kapı da yoktu. İçeri girdim, o an yüzüme çarpan serinliği ve ciğerlerime dolan nemli otlu kokuyu hala çok net hatırlıyorum. Üstü açık, yüksek taş duvarlı dikdörtgen boş bir yapıydı. Güneş ışınları pencere boşluklarından girip yerdeki otları, minik yapraklı sarmaşıkları öpüyordu. Bense her taşı her köşeyi zeminden tavana kadar müthiş bi huzur içinde seyrediyordum. Başımı kaldırınca duvarların bittiği yerde ağaçları gördüm. Öylece ne kadar vakit geçti bilemiyorum. Otuz yıllık hayatımın en dingin anıydı. Bi fısıltı duyduğumu zannettim, evet bu bi fısıltıydı, sese kulak kesildim..
- Annee...
Etrafa bakındım ama kimseyi göremedim. Fısıltı şimdi daha kuvvetliydi.
- Anneeee...
Sesin hangi yönden geldiğini de anlayamıyordum.
- Anne çişim geldi anneeee!
Gözlerimi açtım. Oğlumun çişi gelmiş, beşiğinde ayağa kalkmış beni uyandırmaya çalışıyordu. Çişine tüküreyim münasebetsiz! Böyle rüya bölünür mü? Lan zaten kırk yılda bir rüya görmüşüm üstüne unutmamışım bi sidik davasına hiç etti sıpa iyi mi...
Yıllardır gördüğüm rüyaları çok nadir ayrıntılarıyla hatırlarım. Ekseri dev kalın bi tül perde arkasında kalır, tüm gün hatta ertesi gün de hatırlanmak için aklımı kaşır durur ama ben bir türlü o perdeyi aralayamam.
Rüyalar kadim zamanlarda sorun çözme, karar verme, frekans dışı varlıklarla iletişime geçme, seyahat etme gibi konularda araç olarak kullanılmış. Evliya Çelebi rüyasında Hz. Muhammed'i görmüş ve "Şefaat ya Rasulallah!" diyeceği yerde "Seyahat ya Rasulallah!" deyivermiş de rüyada bile dili sürçünce adamcağız ömrünce diyar diyar savrulmuş diye kıssası anlatılır. Bence hala rüyalar aynı hükmünü sürmekte zira ben o gün o ormanda o taş binada, bedenen olmasa da ruhen orada olduğumdan eminim. Bu kadar gerçeği ancak gerçek olabilir :)

Bi kitapta "Bu hayat aslında bi rüya." yazılıydı. Nasıl olurdu? Bu kadar gerçek bi rüya gördükten sonra o cümle beynimde kırmızı ahşap işlemeli bir kapıyı açtı, içi tümüyle mavi olan bu odacıktan içeri girip kapıyı kapattı.